Ben Değerliyim

18 Kasım 2017

Daha önce hiç denk geldi de izlediniz mi bilmiyorum ama ben TV programları yapıyorum. Önce sevgili Doğan Hocam’la İnsan İnsana programında ekranda yer aldım, sonra TRT Okul’da önce “Kendimi Tanıyorum” sonra da “Topraktan ve Kitaptan” adında programlar yaptım.

Bunların en sonuncusu “Topraktan ve Kitaptan” benim köyleri gezdiğim bir program. Köyleri geziyorum ve bizim buralarda, eğitimlerde, seminerlerde, kitaplarda ele aldığımız konuları yerinde gözlemeye ve orada yaşayan insanlarla konuşmaya çalışıyorum. Çocuk yetiştirme, komşuluk, dostluk, evlilik, yalan, dedikodu, öfke, mutluluk gibi insana dair ne konu varsa programda yer alıyor. Aslında yaptığımız bir sosyolojik araştırma yönteminin ekrana uyarlanmış hâli ve çok sevildi. Beni de çok geliştirdi. Sosyal bilimler alanının saha çalışması gibi oldu.

Bölümlerin biri çocuk yetiştirme konusu ile ilgili idi. Silifke’nin dağında, daha da net ifade edeyim; Toroslar’da, Sarı Aydınlılar köyünde idik. Dağın içine sıkışmış büyükçe bir köy ve nefis insanlar var ve şansımıza hava soğuk ama hiç yağış yok, pırıl pırıl bir güneş. Konuşmak için birilerini ararken Aksıfat deresi kenarında koyun otlatan Sultan teyzemi ve kızını buldum.

Sultan teyze yetmişlerinde, kızı ise kırklarında, 20 kadar da koyun var etrafta, sular akıyor; ben de gaza geldim anlatıyorum. Bu alanla ilgili doğruluğuna inandığım ne varsa anlatıyorum, işte çocuklara şefkat göstermek lazım, adam yerine koymak lazım, değer vermek lazım, sevmek lazım diye gidiyorum. Sultan teyzem dinliyor ama görüyorum yavaş yavaş şişiyor. Anlattıklarımla ilgili itirazı var ama ben susmuyorum ki kadın konuşsun.

Sonunda benim bir nefes aramı buldu araya girdi “Oğlum” dedi “Bak sana ne diycem. Ben tam 30 kere hamile kaldım, bunların 18’i karnımda öldü, on ikisini doğurdum, onların da üçü dışarıda öldü, ben dokuz çocuk büyüttüm. Allah selamet versin amcan bey torunudur, parası yoktu ama hiç çalışmadı, hep yattı. Böyle olunca tarla bende, tapan bende, bulaşık bende, çamaşır bende, yemek bende, hayvanlar bende, odun bende, ateş bende. Oğlum bugünler bu köyün iyi günleri, su var, elektrik var. Eskiden bunlar da yoktu. Ben bu dereden tepedeki o eve her gün 11 kişilik de su çıkarttım. Bunları da yaparken ya hamileydim ya da emziriyordum. Şimdi söyle bakıyım oğlum ben o senin dediklerini nasıl yapacaktım. Ben ne yaptım biliyor musun, en büyüğünü dövdüm o da diğerlerini dövdü. Böylece evi askeri disiplinle yönettik.” dedi ve benim tüm şaşkınlığım içinde devam etti. “Bunlar çok da iyi kaçarlar. Yakalayamadım mı arkalarından taş atardım.” dedi. Bunu derken de nefis bir taş atma hareketi yaptı.

Bu diyalog benim bütün bilimsel alt yapımı bitirdi. Teyzem diyor ki “Oğlum öyle anlatması kolay, gel dokuz çocukla, bu hayatta yap bakiiim dediklerini.”  Doğrusu haksız da değil, benim de verilecek cevabım yoktu ama bir yandan da öfkelendiğimi hissediyorum, teyze programı ve beni bitirmişti. Gözüm o sırada kızına ilişti, baktım, kah kah kih kih gülüyor. İçimden “Aha, sinirimi bundan çıkartacağım.” dedim. “Sen ne gülüyorsun ya?” diye sordum.

“Abi, bu böyle anlatıyor ama yufka yüreklinin tekidir.” dedi. “Yahu, anan seni taşla kovalamış ne yufka yüreği ya!“ diye çıkıştım. “Abi bu var ya evde at oldu ben sırtına bindim.” diye cevap verdi. İnanamadım “Nasıl ya, hep mi yapardı?” soruma “Yooo, belki bir belki ikidir ama o at oldu ben de sırtına bindim.” diye cevap verdi.

O an aralarındaki ilişkiye, sıcaklığına, kendi oluşlarına baktım. Benim “İnşallah çocuklarım büyüyüp, ben yaşlandığım zaman böyle olur.” dediğim cinsten bir ilişkileri vardı. Kadın bir kere at olmuş tüm işi çözmüş.

Kıssadan hisse çıkarıp evde bizde at olalım gibi bir sonuca varalım istemem. Peki gerçekten bu kızı ve anneyi bu ilişki noktasına getiren şey nedir diye biraz düşünmekte fayda var.

Çocuklar kendi aileleri tarafından değerli olduklarını bilmeye, duymaya, yaşamaya, ihtiyaç duyuyorlar ve bunu çeşitli şekillerde istiyorlar. Bir çocuğun kendini değerli ve anlamlı görmesi için ailesinin ona öyle yaklaştığını görmek istiyor. Sultan teyzenin de yaptığı bu, aslında çok az olan bir şeyi çocuklarına veriyor.

Bugün bizim çocuklarımız da bizden bunu bekliyorlar. Çocuklar bunu bekliyor da uygulamada durum ne oluyor diye bir bakmakta da fayda var. Günümüz ailesinin imkanları gelişmiş durumda ve bu imkânların böyle kalabilmesi için de çalışması gerekiyor. Yani zamanı para ile takas ediyor. Çoğu zaman bu takasta çocuğa ayrılması muhtemel zamanın ya kendisi ya da o zamanın kullanılabilmesi için ihtiyaç duyulan enerji de takas ediliyor. Bunun sonunda gelinen noktada ise aile zaman karşılığında elde ettiği imkânı cömertçe hatta bazen hovarda bir biçimde çocuk ile paylaşıyor. Pahalı oyuncaklar, kıyafetler vs. ile çocuğun ödediği bedel karşılanmaya çalışılıyor.

Bu aşamada ailenin vicdan azabı anlaşılabilir durumda ancak başka bir soru var peki çocuk bu anlaşmadan memnun mu? Görüştüğüm birçok aile çocukları ile ilgili “Aldığımız hiçbir şeyin kıymeti yok. Beş on dakika oynayıp bırakıyor.” diyor. Benim gözlemim de bu yönde. Kendi çocukluğuma dönersem bana alınan ilk futbol topundan, ilk güzel spor ayakkabısına, bana çok büyük gelen ilk bisikletime kadar her şeyi hatırlıyorum ve bunların sayısı da aslında hepsi topu bir elin parmağını ancak yakalar nitelikteydi. Bizim için bu kadar değerli olan şeylerin kat be kat üstünde olan bugünün hediyeleri neden çocuklar için bir şey ifade etmiyor, üstelik bunu evladına verdiği değeri göstermek için hiç sakınmadan harcayan ana-babalar varken.

Aslında temel mesele şu, eskiden elde avuçta yok iken benim sahip olacağım bir plastik top için ayırılan imkân bana çok şey ifade ediyordu. Aklımın bir köşesinde hep “Bunu ailem beni değerli bulduğu için yaptı.” düşüncesi oluyordu çünkü olmayanı bana vermiş oluyorlardı. Sultan teyzenin de yaptığı bu aslında. Tüm gün çalışmaktan canı çıkmış bir annenin sizi sırtına alarak neşe içinde evde turlaması çok zor ulaşılır bir şey.

Bugünün çocuğu ise her şeye sahip. İnanın gittiğim köylerde bile evlerde çok kaliteli olmasa bile tablet var, cep telefonu var, mutlaka TV var. Bu ortamda çocuğa verilen şeyin bir anlam ifade etmesi zor.

Eğer derdiniz çocuğunuza kendini anlamlı hissettirmek ise elinizde en az olan, en zor verebildiğiniz şeyi ona vermeyi deneyin. Nedir diye düşünenler için söyleyeyim, cevap zaman. Bugün anne-babanın çocuğuna ayırdığı zaman ona verilebilecek en değerli hediye. Tercihen baş başa ve özel olursa çok daha etkili oluyor. O anlar birlikte anılar ve bir geçmiş üretiyor. Çocuklar bu anlarda kendilerini anlatıyor, ailesini tanıma fırsatı buluyor. Bence anne-baba hediyeler yerine bir oyun kurmayı bir sohbet etmeyi öğrenmek için emek verirse Sultan teyze ve kızının ilişkisine ulaşma şansımız söz konusu olur.

İyi haftalar dilerim.

DANIŞMANA AİT SON PAYLAŞIMLAR

Merhabalar. Öncelikle uzunca bir zamandır yazamamış olmaktan, verdiğim sözü tutamamış olmaktan dolayı özür dileyerek başlamak

Devamını Oku

Daha önce yazılarımda anne-babanın çocuğun yaşamının en güçlü tanıkları olduğundan, onun hayatının en önemli kişileri olduklarından bahsetmiştim. Çocuk bu temel ilişki içinde

Devamını Oku

Daha önce hiç denk geldi de izlediniz mi bilmiyorum ama ben TV programları yapıyorum. Önce sevgili Doğan Hocam’la İnsan İnsana...

Devamını Oku